Prof. Dr. Mustafa Kara'nın artık bir klasik haline gelmiş “Din, Hayat ve Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler” isimli kitabında tasavvufa meraklılar için yeterli genel kültür bilgilerini bulmak mümkündür. Özellikle kitabın baş kısmında yer alan, Mustafa Kara’nın da hocası olan sahanın otoritelerinden Prof. Dr. Süleyman Uludağ hocanın “Tasavvuf nedir, ne değildir?” anlamında verdiği sunuş bilgisi de ‘efradını camii, ağyarını mani’ bir güzel özettir.
Tekkeler ve Zaviyeleri anlatan bu kitapta Osmanlı kaynaklarında yer aldığı şekliyle bir mürşidi kamilin özelliklerinden şu şekilde bahsediliyor: Süleymaniye vakfiyesine göre; tekke şeyhinde şu vasıflar bulunacaktır: Vaiz ve nasih ve şeyh-i salih, alim, amil ve fazıl ve kamil müfessiri kelam-ı allam ve muhaddisi ahbari nebi, mahrem-i esrar ve gavvas-ı deryayı namütenâhi, mürşidi salikin, dinde rasih ve takvada şamih, enisi evtad ve celisi efrad, kaşifi esrarı hakikat ve mazhar envari tarikat olan bir kimesne….”
Mehmed Zahid Kotku kimdir?
Yazar, balkan coğrafyasından bir mürşidi kamil evsafını da şöyle naklediyor: Saraybosna'daki Hüsrev Paşa caminin müesseselerinde olan tekkeye alınacak şeyhin “Dindar, takva sahibi, yüce şeriatın emirlerini ifa eder, abit, zahit ve evliyanın tavru hareketlerine uyan, namazlarını cemaatle kılan, oruç tutan, zikreden, Kur'an-ı Kerim'i tilavet eden, şehvetlerini yenen ve insanları hidayete sevk edebilecek kabiliyete sahip bir kimse olması” şart koşulmuştur. (Kara,2015:137).
Son dönem mutasavvıflarından Mehmed Zahid Kotku işte bu vasıflarda bir mürşidi kamildi. Kendisi de bu hassas konuda şu tespitleri yapmaktadır: Rüyalar vasıtası ile kendilerine irşad izni verildiğini iddia eden şeyh taslaklarına büyüklerimiz 'tarikat hırsızı' diye ad vermişlerdir. Eşrefzade der ki: On sekiz şeyhe vasıl oldum, dördünü kâmil buldum, birinde kemale erdim.” (Tasavvufi Ahlak,2/14).
Mehmed Zahid Kotku,şöyle devam ediyor: (…..) Artık bu beyan olunan hadis-i şeriflerle, insan insaf edip Hak'kın zikrini en mühim bir vazife bilerek, Ehl-i sünnet vel cemaatten olan bir mürebbi bulmalıdır. Bu mümkün olmazsa, bu eser onun için en güzel mürşid ve mürebbi olarak kafi gelir. (Tasavvufi Ahlak,1/28).
Kotku Hocaefendi, bu anlamda geçmişten günümüze ortaya çıkan yozlaşmaya da şöyle değiniyor: (…..) "Evvelki zamanlarda tekke denilen dergâhlar vardı. Oralardaki kimseler kâmil ve mütekemmil kimseler olduğundan oralara devam eden kimseler de insanlıktan nasipleri kadar alırlardı.Buralarda Kur'an'lar okunur, zikirler yapılır, güzel ve ibretli kasideler okunur, nasihatler verilirdi.Buralarda bulunanlar Allah Teâlâ'nın lütfuna, rahmetine, ihsanına nail olurlar, aldıkları feyzlerle ahlakları güzelleşirdi. Dergâhlar, aynı zamanda birer terbiye ocağı olduğundan oralara devam edenler, zaman içinde bir bakarsınız pek güzel insanlar oluverirlerdi. Sonraları bu yerler bozulmağa yüz tutmuş ve en nihayet kapatılmış gitmiştir. Şimdi bunların yerlerini kahvehaneler, dans ve balo yerleri almış. 'Allah yardımcımız olsun' demekten başka çaremiz yok." (Hadislerle Nasihatler, 1/204).
Mehmet Zahid Kotku Hocaefendi “Şeriatın bulunmadığı yerde tarikatın olmasına imkan yoktur" (Tasavvufi Ahlak,c 2,sahife106) diyerek bu konudaki ölçüyü kesin olarak bir kez daha ortaya koymuştur.
Tasavvuf ve tekkelerle ilgili bu tesbitleri yapan Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi, makbul ve maruf alimlerin dostlarına tavsiye ettiği bir şeyh efendi idi. Yazar Raif Cilasun, bu anlamdaki bir hatırasını şöyle anlatıyor: Merhum Hasan Basri Çantay Hocamızla devamlı görüşürdük. Günün birinde Hasan Basri Hocama “Sen hacı Bayrâm-ı Velî’ye mensubsun, ben de sana intisâb etmek isterim!” dedim. O bana “Benim bu hususta hiçbir yeteneğim yok. Sana iki hakîkî mürşid tavsiye edeceğim: Biri Sâmi Efendi Hazretleri, diğeri de Mehmed Zâhid Efendi Hazretleti’dir. Git selâmımı söyle, onlardan hangisine intîsab edersen et, ikisi de haktır” dedi. (Oğuz,2013:137).
İlahiyatçı Prof.Dr.Ali Özek, Mehmet Zahid Kotku’dan şöyle bahsediyor:Şeyh Mehmet Efendi okumuş, dini ilimleri bilen bir kimseydi. Şeyhliği de verasetten dolayı veya gelenek olarak devam ettiriyorlardı. Daha önce bir şeyhi var ve o buna bırakıyor. Mehmet Efendi de tarikatı devam ettiriyor. Böyle bir yol izliyorlar. Şeyhliği devam ettirmekten maksatları da irşat yapmaktı. Dolayısıyla böyle şeyhlerin yaptığı bu tarikat faaliyeti İslami kaidelere uygundur. (Özek Yıldırım,2012:273-275).
Biz bu yazımızda işte bu vasıfta bir mürşidi kamil olan Mehmed Zahid Kotku’yu şahitlerin dilinden anlatmaya çalışacağız. Yazıya önce onun tercümei halini nakletmekle başlayalım.
Tercümei Hali:Mehmed Zahid Kotku 1897 yılında Bursa Pınarbaşı’nda doğdu. Ailesi, 1880 yılında Dağıstan’ın Şeki kasabasından Anadolu’ya göç edip Bursa’ya yerleşmiştir.Annesi Sabire Hanım,O üç yaşında iken vefat etti.Bursa’ya geldiklerinde on altı yaşlarında olan babası İbrâhim Efendi ise çeşitli yerlerde imamlık yaptıktan sonra 1929’da Bursa’daki İzvat köyünde vefat etti.
Mehmet Zahit, Oruç Bey Mahalle Mektebi’nde başladığı öğrenimini Maksem’deki idâdîde ve Bursa Sanat Mektebi’nde sürdürdü. I. Dünya Savaşı sırasında on sekiz yaşlarında askere alınarak Suriye cephesine gönderildi. Ordunun Suriye’den çekilmesinin ardından İstanbul’a döndü. Temmuz 1919’dan itibaren askerlik şubesinde yazıcı olarak askerlik görevine devam etti.
İstanbul’da cami derslerine ve vaazlara devam eden Mehmet Zahit 1920’de, Cağaloğlu’nda bulunan Fatma Sultan Camii yanındaki Gümüşhânevî Tekkesi’ne giderek Şeyh Dağıstanlı Ömer Ziyâeddin Efendi’ye intisap etti. Seyrüsülûkünü onun vefatı üzerine postnişin olan Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi’nin yanında sürdürdü. Yirmi yedi yaşında hilâfet aldı. Beyazıt, Fâtih ve Ayasofya cami ve medreselerindeki derslere devam ettiği bu yıllarda bir yandan da hâfızlığını tamamladı. Mustafa Feyzi Efendi’nin isteğiyle çeşitli kasaba ve köylerde dinî hizmetlerde bulundu.
Tekkelerin kapatılması üzerine Bursa’ya dönerek babasının imamlık yaptığı İzvat köyüne yerleşti. Babası ölünce onun görevini sürdürmeye başladı. 1946 yılına kadar köy imamlığı yaptı, ardından Üftâde Camii imamlığına tayin edildi. 1952 yılı Aralık ayında Gümüşhanevî Dergâhı’ndan arkadaşı Abdülaziz Bekkine’nin vefatı üzerine görevi onun vazife yaptığı Zeyrek’teki Ümmü Gülsüm Mescidi’ne nakledildi. Bu mescidin istimlâki söz konusu olunca Fatih İskenderpaşa Camii’ne tayin edildi (1958). Vefatına kadar bu camide görevini sürdürdü.
1979 yazında gittiği Hicaz’dan 1980 Şubatında ağır hasta olarak döndü. Ameliyat olduktan sonra hac mevsimi gelince tekrar hacca gitti. 13 Kasım 1980’de İstanbul’da vefat etti. Cenaze namazı 14 Kasım’da Süleymaniye Camii’nde kılındıktan sonra Kanûnî Sultan Süleyman Türbesi hazîresine defnedildi.
Mehmet Zahit Kotku insan eğitimini esas almış, kendini fertlerin iç dünyalarının zenginleştirilmesine adamıştı. Görev yaptığı camilerde her pazar ikindi namazının ardından Râmûzü’l-eḥâdîs̱ dersleri vermiş, cuma vaazları ve önemli günlerdeki konuşmaları yanında özel sohbetleriyle de halkı eğitmeye çalışmıştır. Vaaz ve sohbetlerinde dinî konuların yanı sıra ülkenin ekonomik, politik, kültürel ve sosyal problemleriyle ilgili görüşlerini de ifade etmiş, bu tavrıyla bilhassa üniversite öğrencileri üzerinde etkili olmuştur. Eğitim ve yardımlaşma amaçlı bazı vakıflar onun tavsiyesi üzerine kurulmuş, ayrıca birçok hayır kurumunun tesisine vesile olmuştur.
ESERLERİ
1. Tasavvufî Ahlâk (I-V, İstanbul 1979). Nakşibendiyye tarikatının âdâb ve erkânı ile ahlâkî konulara dairdir.
2. Cennet Yolları (Hadislerle İlim). İlmin ve ulemânın önemini hadislere dayanarak açıklayan eser âlimlerin siyasî ve sosyal alanlarda da etkin olması gerektiğini anlatır (İstanbul 1985).
3. Ana Baba Hakları. Allah hakkına riayet, Hz. Peygamber’in ve ulemânın hakkı, evlâdın babasındaki hakları, karı koca hakları, komşu hakları ve millet hakları konularını da ihtiva etmektedir (İstanbul 1991).
4. Mehmed Zahid Kotku (K.S.)’dan Özel Sohbetler. Müellifin son yıllarına ait bazı vaaz ve özel sohbetlerini ihtiva etmektedir (İstanbul 1991).
5. Ehl-i Sünnet Akaidi. Fıkh-ı Ekber, el-Milel ve’n-niḥal, Sevâdü’l-aʿẓam ve Şerḥu’l-Emâlî’den iktibasları ihtiva eden eser açıklamalarla zenginleştirilmiştir (İstanbul 1992).
Kotku’nun diğer eserleri de şunlardır: Nefsin Terbiyesi (İstanbul 1983), Hadislerle Nasihatlar (İstanbul 1991), Müminlere Vaazlar (I-II, İstanbul 1992), Zikrullah’ın Faydaları (İstanbul 1992). (Mahmut Esad Coşan/ islamansiklopedisi.org.tr)
ESERLERİNDEN BAZI SEÇKİLER
“Kardaş, arkadaşlık Peki demekle ayakta durur.İnsanın canının istediği her şeyi yemesi ve giymesi israftan sayılmıştır.”
“Sünnet, sadece abdest almadaki, namaz kılmadaki, yemek yemedeki sünnetlerden ibaret değildir. Bütün hayatımızı kuşatır. Oturuşta, kalkışta, eve giriş çıkışta, giyimimizde.. Kısaca her türlü işimizde sünnet üzere olmak zorundayız.Asıl yetenek saltanat sahibi olmak değil, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmaktır.” (Aktaran,Özal,2009:30-31).
“İnsanların kalbine giriş yolu gönülden ve sevgiden geçer.Onlara İslam'ı anlatmak ve sevdirmek istiyorsanız önce kendinizi sevdiriniz ve halinizle örnek olunuz. Gene bir vesileyle bir hocamız şöyle söylemişti: “Size hayret ediyorum doğrusu. Bir insanı sevenlerinden soğutmaya çalışıyorsunuz da neden kendinizi onlara sevdirmeye çalışmıyorsunuz? “Ülfet ediniz! Ülfet ediniz.” Hadis-i Şerif'ini hatırlayın. Ülfet etmeyen ve kendisiyle ülfet edilmeyende asla hayır yoktur” (Aktaran,Özal,2009:34).
HAKKINDA ŞAHİTLİKLER
GÜZEL YÜZLÜ, GÜZEL SİMALI, NURANİ YÜZLÜ BİR ŞAHISTI
Onu yakından tanıyan hatta bazen ilk gören kişilerin ittifakla üzerinde durduğu husus “Onların yüzlerinde secde izi vardır.” (Fetih Suresi/29) ayeti kerimesinin tecellisiydi. Mehmet Zahid Efendi bütün şahitlerin ittifakıyla güzel yüzlü, güzel simalı, nurani yüzlü bir şahıstı.
İlahiyatçı Prof.Dr. İsmail Karaçam, bu anlamda Mehmet Zahid Kotku’dan şöyle bahsediyor: 1953 senesinin yaz tatilinde İstanbul’a dönünce Hocaefendi’nin görevli bulunduğu Zeyrek’teki Ümmü Gülsüm Camii’ne gidip kendisini ziyaret ettik. Daha ilk bakışta insanı cezbeden bir hali vardı Hazretin. Velilerin en mühim zahirî vasıflarından birisinin bakışlarının keskin ve gözlerinin güzel olduğu söylenir. Ben, Hacı Mehmed Efendi’de bunu yakinen gördüm. (Karaçam,2009:307-309).
Bir dönemin önemli bürokratlarından ve milletvekili Kahraman Emmioğlu, Mehmet Zahid Kotku’dan şöyle bahsediyor: İlk görüşte insanda sevgi ve saygı uyandıran bir hâli vardı. Tanıdığına tanımadığına selam verir, güler yüz gösterir, gönül alırdı. Kendisiyle ilk yakın temasımızda DPT’de çalışıyordum. (Emmioğlu,2013:249).
Gazeteci Ergun Göze, Mehmet Zahid Kotku’dan şöyle bahsediyor: “Kendisini ilk dinleyişim sanırım 1952'de, herhalde ilk hutbesindeydi. Çivicizâde Ümmügülsüm Camii'nde... Celâl dolu bir hutbeydi. Halbuki hutbenin dışında hakim vasfı yağ gibi yumuşak olmasıydı. Hilim ve bast her anıydı. Ve ibadet temizliği... Giyinişinde, tavrında, halinde o kadar barizdi ki... Birçoklarına dönüp baktırırdı.
‘Melâhat-i vechiyye’ derler. Yüz güzelliği... Onda ‘Melâhat-i abdiyyet’ vardı aynı zamanda... İbadet güzelliği... Halkın nûranîlik dediği şey.. Haccından dönerken Galata Yolcu Salonu'nda karşılamaya gitmiştik. Sanırım iki kişiydik karşılayan... Amma gidişinden çok farklı gelmişti. Belli idi ki çok ibadet etmiş, çok şavklanmıştı. Bu acaba bizim gençlik ve tecrübesizliğimizin hükmü müydü?.. Hayır! Çünkü, en az on-onbeş kişi bize "Bu kim?.." "Bu kim?.." diye soruyordu. Başkasını soran yoktu.
Diyarbakır'da vesikalık resmini çoğaltmak için, bir sokak fotoğrafçısına vermiştim. Banyodan çıkan resme bakarken fotoğrafçının hali değişti. Durdu, bize döndü "Bu kim?.." diye sordu. Ben, "Bir imam..." deyip geçiştirdim. Fotoğrafçı başını salladı. Bana, "Çocuk mu kandırıyorsun?" der gibi baktı ve "Bir imam ha?.." dedi. (Göze,1990).
Yazar Ferman Karaçam bu anlamda manidar bir hatırasını şöyle anlatıyor: Ben İlim Sanat Dergisi münasebetiyle tanıdığım için zaman zaman İsmail Cem İpekçi beyi ziyarete giderdim.(İsmail Cem, TRT genel Müdürlüğü yapmıştı. Sonra bir dönem Dışişleri Bakanı oldu.) Ziyaretimin ardından her defasında beni kapıya kadar uğurluyordu. Bir gün “Ben sizden genç bir kişiyim. Beni kapıya kadar uğurlamanıza gerek yok. Zahmet etmeyin.” Dedim.
Bunun üzerine İsmail Cem “Hocanız Mehmed Zahid Efendiye duyduğum saygıdan dolayı sana da saygı duyuyorum. Bir gün Havaalanında Mehmet Zahid Efendi ile karşılaştık. Onunla bir kısa sohbetimiz oldu. Onun etkisi altında kaldım.” dedi. (Karaçam,2021).
Bir dönemin İçişleri bakanlarından Korkut Özal, Mehmet Zahid Kotku’yla ilgili ilginç bir hatırasını şöyle anlatıyor:Mormon toplumu ile 1956 yılının sonbaharında ABD'nin Utah eyaletinin Spanish Fork kasabasına yaptığım bir teknik inceleme ziyareti vesilesi ile tanışmıştım.Daha sonra eşim gelince bu toplum ile daha uzun bir süre beraberliğimiz oldu. Parley R. Neeli ve eşi Josephine ile dostluklarımızı mektuplaşmak suretiyle devam ettirdik.
1965 yılında Parley Çukurova projesinde önemli bir görev teklifi alınca eşiyle beraber Türkiye'yi ziyaret ettiler.Parley ile bir öğle namazının ardından rahmetli Hoca Efendi'yi ziyaret ettik. Oldukça uzun bir sohbet yaptılar. Kendisi hocaefendinin bizler için ifade ettiği manayı biliyordu. O ara ikindi ezanı okununca Hoca Efendi kendisine caminin mahfiline çıkıp bizim nasıl namaz kıldığımızı görmesini istedi. Yanında 8 milimetrelik bir film kamerası vardı. Onunla gördüklerini ve o arada Hocaefendiyi yakın çekimde görüntüledi.Aradan 3 sene geçti. San Francisco'ya giderken yolumu Spanish Fork’a uğrattım. Hafta sonu onlara misafir oldum. Bütün aile efradını ve yakın komşularını davet ederek Türkiye hatıralarını tazelediler ve o arada çekmiş oldukları filmleri de gösterdiler. Film hocaefendinin yakından alınmış çekimine gelince orada resmi dondurdu ve hazırda bulunan 100 kişiden fazla topluluğa Hocaefendi hakkındaki kanaatini şöyle dile getirdi: This is the holiest man I have ever seen (Hayatımda gördüğüm en mübarek kimsedir.) (Özal,2009:41).
Dönemin başbakanı Turgut Özal'ın Arapça tercümanlığını yapan Dr. İbrahim Ateş bu anlamdaki manidar bir hatırasını şöyle anlatıyor: Birleşik Arap Emirlikleri Emiri Şeyh Zaid Bin Sultan, 9 Bakanıyla birlikte Türkiye'ye gelmiş ve resmî görüşmeler yapıldıktan sonra İstanbul'a gitmek üzere Esenboğa Havaalanı'nda uğurlanıyordu. Kenan Evren Devlet Başkanı, Turgut Özal da Başbakan olarak konuk heyeti uğurlamak üzere Vip Salonunda oturup çay ve kahve içiyorlardı. Ben de merhum Özal'ın mütercimi olarak O'nun yanında ve yakınında bulunuyordum.
Emire refakat eden konuk bakanlardan Din işleri ve Evkaf Bakanı olan zat, Özal'ın oturduğu koltuğun bitişiğindeki koltukta oturuyordu. Bu bakanın sakallı ve kisvesiyle bir din bilgini olduğunu gören Özal, bana: "İbrahim! Bakan hazretlerine söyler misin kendilerini hocama benzetiyorum." dedi ve cebinden cüzdanını çıkarıp, içindeki Mehmet Zahid Kotku Hocaefendi'nin resmini gösterdi.Bu olay, O'nun Mehmet Zahid Kotku Hocaefendi'ye beslediği sevgi ve saygı ile verdiği değeri yansıtıyordu.(Ateş,2019).
ŞARİATE, İLME VE ALİME SON DERECE SAYGILIYDI
Şahitlerin Mehmet Zahid Efendi üzerinde ittifak ettiği bir başka konu ilme ve alime gösterdiği saygıdır. Mehmet Zahid Hocaefendi herhangi bir meşrep ve hizip ayrımı yapmaksızın alimlerin ilmine değer verir, Onlara görüş sorar, görüşlerinden istifade eder ve yararlanırdı.
İlahiyatçı Prof.Dr.Ali Özek, Mehmet Zahid Kotku’dan şöyle bahsediyor:Mehmet Zahit Kotku Efendi de çok iyi ahbabımdı. Tabi ben hocaya, şeyh olarak hürmet ediyordum. Bilgili bir adamdı. Bazı kimseler ona hürmet etmede aşırı derecede mübalağa yapıyordu ama Mehmet Efendi bunlara pek itibar etmiyordu. Bana bazı fıkhi meseleler de sordu. Konuşup sohbet ettik. Ama bana mürit olma konusunda herhangi bir teklifte bulunmadı. Onun benim ilmime itimadı vardı. O yüzden birçok şeyi bana soruyordu. Ama o kişi âlim bir insan olduğu için kendisi gibi bilgili olan kimselere itibar ediyordu. (Özek Yıldırım,2012:273-275).
İlahiyatçı Prof.Dr. İsmail Karaçam, Mehmet Zahid Kotku’dan şöyle bahsediyor: Hocaefendi’nin huzurunda büyük bir edep içerisinde tatlı bir sükût hali başlar. Eğer konuşulmaya değer bir durum varsa sohbet edilir, merak edilen meseleler Hocaefendi’ye sorulurdu. Hocaefendi son derece samimi ve mütevazı bir şekilde: “Bu hususta ulemâ efendilerimiz şöyle demişler” diyerek söze başlar ve konuyu anlatırdı. Veya bilmediği bir mesele ise gayet tabii olarak: “Orasını ben bilemeyeceğim” derdi. (Karaçam,2009:307-309).
İlahiyatçı Ahmet Akın Çığman anlatıyor: Bir gün Dr. Emin Acar, “Mehmed Efendi gelmiş, ona gidelim” dedi. Hocaefendi’nin kaldığı yer (Ankara) Dikmen’deydi. Gittik, kalabalık bir ortam var. Geniş bir salon olmasına rağmen yer yok. Recai Kutan geldi, elini öptü. Hocaefendi eliyle yan tarafa geçmesini işaret etti. Korkut Özal geldi, gene aynı işaret.
Lütfü Doğan geldiğinde onu yanına oturttu. O zamanlar o da senatördü. Ben arkada duruyordum. Elini öpmeye gelince, “Bakın bu kimdir biliyor musunuz? Bu Şam’da ilim okuyor, ilimle uğraşıyor.” dedi. Ben utandım, onca milletvekili falan var odada. Herkes bana böyle alaka gösterince, utandım.
Aslında söylemek istediğim şu: Elini öpen bakanlara, şöyle elinin ucuyla işaret ediyor ama ilim adamını yanına alıyor ve benim gibi daha genç bir talebeyi de böyle tanıtıyor. İlme çok değer verdiğini anlıyoruz. Bana derdi ki: “Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne gidersen orada benim damadım Mahmud Esad Coşan var. Git onu ziyaret et.” (https://insicam.net/2021)
Gazeteci Ergun Göze, Mehmet Zahid Kotku’dan şöyle bahsediyor: Daha çok şer'î planda kalmayı severdi. Tasavvuf Son Peygamber'in (AS) derûnî hayatıydı. Oraya da onun zâhirî hayatından geçilirdi. Bu gün, diğer tasavvuf büyüklerinin söylediklerini söylemek kimsenin haddi değildi.. Önce ilmihal bilgileri gerekliydi. Gerçekten, öncekiler için ilmihal bilgileri denecek şeyleri bile, bu gün bilenler de artık pek azalmıştı. Onun için bazan, ‘Efendim, Şeyhül Ekber vahdet-i vücud...’ gibi sözlerle sohbete girişenleri; "Aman aman, onlar büyük meseleler... Bizim aklımız öyle şeylere ermez!" diyerek tatlıca kapatırdı. (Göze,1990).
Milletvekili Kahraman Emmioğlu, Mehmet Zahid Kotku’dan şöyle bahsediyor: Hocamız çok az yer, önündeki bazı yiyecekleri yanındakilere ikram eder, kısa, faydalı konuşmalar yapardı. Yemekten sonra çaylar içilirken kısa bir konuşma yapar genellikle ortaya bir soru atar cemaatin bu konudaki fikirlerinin rahatça söylenmesini mümkün kılan bir ortam oluştururdu. Hocamızın metodu bu idi yalnız ben konuşayım siz dinleyinden ziyade sizler konuşun beraber çözüm üretelim şeklinde idi. Biz bile haddimiz olmadan bu toplantılarda konuşmuş ve bazen sorular sormuştuk.
Bizler hocamızın hafız ve ilim deryası olduğunu çok sonra öğrendik. Ve öğrendik ki Nakşî Tarikatı şeyhleri mutlaka ilim ehli olurmuş. Rahmetli hocamız öyle tevazu sahibi idi ki biz onun sahip olduğu ilmiyle ilgili bir sözünü duymamıştık. Cevaplar pek sade olur, özlü olur ve telaffuzunda yerlilik duyarsınız.
Belli bir süre de Pazar günleri ikindi namazını müteakip sohbetler yapmıştı. Bu sohbetleri bazı ihvan not tutardı. Bu notlardan bilahare hocamızın sohbet kitapları oluşturuldu. Allah bu hizmeti yapanlardan razı olsun çok güzel ve faydalı kitaplar umuma hizmet ediyor. Bir ara bu ocağın kitabı mesabesinde olan “Ramuz el Ehadis” kitabı sohbet konusunu teşkil etmişti. Hadisleri Arapça aslından okur ve kelime kelime tercüme ettikten sonra ayrıntılı açıklama yapardı. (Emmioğlu,2013:249).
Yayıncı Hasan Bayraktar, Mehmet Zahid Kotku’nun ilme verdiği değeri ve kendisinin bu konudaki gayretini şöyle anlatıyor: Mehmet Zahid Kotku Hazretleri hacdan gelmişti. Bayağı rahatsız olarak hacdan dönmüştü. Vakıf Gureba Hastanesi başhekimi Prof.Dr. Mazhar Özmen Bey onu ameliyata almış, hastalık çok ilerlediğinden hasta hücrelere müdahale edememişti. O şekilde Efendi Hazretlerini taburcu etti.
O günlerde Onu İskender Paşa Camii'ndeki odasında ziyarete gittim. Çok sancısı vardı. İki yastık üst üste koymuş ona dirseği ile abanmış vaziyetteydi. Bize de o şekilde “Hoş geldin” dediler. Elini öpüp oturduk. Birkaç dakika sonra kapı açıldı.
Efendi Hazretleri “Hocam geldi” dedi.
Ben, Cami hocası veya hocam diye tabir ettiği bir zatı muhterem geldi diye düşündüm.
Efendi Hazretleri şöyle konuştu: Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellemin bir hadis-i şerifini okudum: “Allah sevdiği kuluna onun Kur'an-ı Kerim kelamın en güzel şekilde yazmasını nasip eder” buyurdular. Bu hadisi şerifi görünce ben de hat dersleri almaya başladım. İşte şimdi hocam geldi. Bana ders verecek” dedi. Ben de Efendi Hazretlerinin elini öperek müsaade alıp ayrıldım. Ama çok duygulanmıştım. Mehmet Zahid Kotku Hazretleri o kadar çok rahatsız olmasına rağmen, hatta yatakta dik duramazken hat dersi almaya çalışıyordu.(Bayraktar,2020:90).
Yerli üretime karşı çıkanlar 'şeftali' üretin demişlerdi
GÜMÜŞ MOTOR FABRİKASININ KURUCULARINDAN OLMUŞTU
Mehmet Zahid Efendi’nin toplumun meseleleri ile yakından ilgilenmesinin tezahürü olarak ortaya çıkan bir ürün de Gümüş motor fabrikasıydı. Kotku Hocaefendi, dönemin mühendisleri ile dindar sermayesini bir araya getirerek Türkiye'nin ilk yerli motoru olan Gümüş Motor Fabrikasının temellerini attırmış, bu yerli ve milli müesseseyi bizzat himaye etmişti.
Prof.Dr. Necmettin Erbakan, Mehmet Zahid Kotku’nun Gümüş Motor Fabrikasına yaptığı öncülükten şöyle bahsediyor: Bu ilk sanayileşme mücadelemizde, elbette Rahmetli Mehmet Zahid Kotku Hocamızın nasihat ve tavsiyelerini unutmamız mümkün değildir. Kendileri, ülkemizde ilk yerli motorun üretilmesi için çok büyük bir teşvikte bulunmuştur. Hocaefendi, sohbetlerinde sürekli millî sanayinin kurulmasının öneminden bahsederdi. Dergâhın önündeki otomobilleri göstererek, "Keşke, dış ülkelerden getirilen bu otomobillerin yerine, imalat fabrikaları kurabilsek, aç susuz ülke insanımıza iş imkânı sağlayabilsek..." derdi. (Erbakan,2014:9-10)
Prof.Dr. İsmail Karaçam da konuyla ilgili şunları anlatıyor: Hocaefendi “Gümüş Motor” diye bir fabrikanın yapılmasına vesile olmuştu.Kendisi çok vatanperver bir insandı. O günlerde memleketimizin tüm ham maddesini çok ucuz fiyatla Avrupa devletleri götürüyor, bunları işleyip bize çok pahalıya satıyorlardı. Neden biz ham madde işleyen bir fabrika yapmıyorduk? Biz de artık bu fabrikaları kuracak maddi potansiyelden başka, yeterince teknik eleman ve ilim adamı da mevcuttu.
Hocaefendi bir gün hutbede bu meseleyi dile getirip bu tür fabrikaların artık Müslümanlar tarafından inşa edilmesinin zaruretini belirtti. Bundan etkilenenler bütün imkânlarını ortaya koydular, hanımının kolundaki tek bileziği ile dahi bu ortaklığa katılanlar oldu. (Karaçam,2009:307-309)
Prof.Dr.Ersin Nazif Gürdoğan, Mehmet Zahid Kotku’nun “Gümüş Motor” çabalarından şöyle bahsediyor: Necmettin Erbakan ve Sabahattin Zaim ile birlikte Kotku, Anadolu sanayisinin gelişmesinde ve tarımsal üretimin arttırılmasında, dönüm noktalarında biri olan Gümüş Motor’un, teknik birikiminden yararlandığı, Almanya’da Hatz Motor kuruluşunun fabrikalarını görmüş ve kurucularını teşvik etmiştir. Zaim, hayatı boyunca kendisini en çok etkileyen Kotku’yu, bir sanayi kuruluşunun ortaya çıkışıyla birlikte, Türkiye’de ve Amerika’da üniversiteleri, dünyadaki ekonomik, siyasal ve kültürel gelişmeleri, “Bir Ömrün Hikâyesi” kitabında, ayrıntılı olarak anlatmıştır. (Gürdoğan,2019:52-53).
SİYASİ MEKANİZMAYI MÜSLÜMANLARIN LEHİNE ÇEVİRMEK İÇİN MÜDAHALE EDERDİ
Mehmet Zahid Efendi'nin bir başka hususiyeti de toplumun dertlerine, birikmiş kronik sorunlarına kayıtsız kalmayan bir kişi olmasıydı. Nitekim bu anlamdaki düşüncelerinden ötürü Türkiye'deki siyasi hayatın şekil alması ile yakından ilgilenmiş ve politikanın Türkiye dindarlarının lehine sonuçlar üreten bir mekanizma olması konusunda müdahaleleri ve gayretleri olmuştur.
Hocaefendinin buradaki temel ilkesi, değer verdiği kişilerin siyasi hayatta yer alırken, sıradan politik aktörler olmamaları, ahlaki sınırlar içerisinde kalmaları ve bu ilkelerden asla taviz vermemeleriydi.
Nitekim o sohbetlerinde sevenlerine her fırsatta şu nasihatlerde bulunuyordu: (…..) Ey kardeş nakşilerin hallerini edinmeye çalış ki mülükten (Sultan) olasın.İzzet büyüklük ve yücelik memuriyetlerde değil Allah-u Teala Hazretlerine yapılan taatlerdedir.Sen bu asıl izzeti bırakıp da izzeti memuriyette ararsan çok aldanırsın.İmamlık kadar yüksek meslek olmaz. Gençler imamlığın kıymetini bilmiyor. Milletvekili olmak istiyor. Sanıyor ki o daha büyük hizmettir.Ama imamlığın kıymeti daha fazladır.
Seçim zamanı kullandığımız reyler bizim hangi tarafın adamı olduğumuzu açıkça gösterir. Hiçbir müslüman açlıktan öleceğini bilse bile bir Allahsıza, bir dinsize, bir masona ve bir caniye katiyen rey veremez ve onların tarafını tutamaz. Particilik Müslümanlığa yakışan bir şey değildir. Müslümanlık bizden daima birlik ve birliktelik ister. (Özal,2009:30).
Mehmet Zahid Efendi, bir başka sohbetinde de şu temel ilkeleri hatırlatıyordu: Mülk Allahu Teala'nın'dır. Bizim buradaki vazifemiz para kazanmak, şöhret salmak, doçent olmak, profesör olmak, bakan olmak, başbakan olmak değil. Belki kaderi olur da reisi cumhur da olur. Bunlar bizim asıl vazifemiz değil. Bizim asıl vazifemiz Allahu Teala'nın rızasını kazanmak. Saltanat sahibi olmak hüner değil.Asıl hüner, Allah'ın rızasını kazanmaktır.
İslam'ın takdimi asla kavga ile değil sabırla olur. Seçimlerde alınan reyler, çalışmaların değil Allah Teala Hazretlerinin gönülleri etkilemesidir. Diğer partilerin başarısızlıkları da rey kaymalarına sebep olabilir.Ancak rakiplerin hataları öne çıkarılarak siyaset yapılmaz.
Muhalefetteyken heyecan lazım olabilir.İktidarda ise sekine (sakinlik ve hoşgörü) lazımdır. Seçilmiş yöneticilerin kendilerine kim nasıl sataşırsa satarsın kızmamaları ve sert karşılık vermemeleri lazımdır.
Toplumun sadece bir kesimine değil bütün kesimlerine ve hatta sizi onaylamayan çevrelere de açılmak lazımdır. Geçmişte güzel hizmetler yapmış ve gelecekte de aynı şekilde hizmet edilebileceklere kapıların her zaman açık tutulması gerektir.
Manevi istişarenin (meşveret) devamlı olarak sürdürülmesi de büyük önem taşır. Başarılı siyaset yapılmasında bilgi tecrübe ve yeteneğin bir arada olması gerekir.Siyaset bir ilimdir ve bilenlerden öğrenilmelidir. Bunlar da ya İslam'ı ve siyaseti iyi bilen devlet adamları veya olgun rehberlerdir.Bunlardan yararlanılmaz veya yararlanacak bir kimse bulunamazsa insanlar Hüdai nabit (başıboş) yetişir.
“Vazifeler ehillerine verilmedi mi kıyameti bekleyiniz.” Bu bir hadis-i şeriftir. Yönetimde manevi ve maddi alanlarda ehliyete çok önem verilmelidir. Ehliyette iki husus aranır: Mesleki ehliyet ve dürüstlük. “Ehil ve dürüst olan bir gayrimüslim, ehil olmayan bir müslümana tercih edilir” sözünü hocamızdan duymuştum. Kin ile siyaset yapılmaz. Erdem sahibi insanlar da kin tülbent kuruyuncaya kadar sürer.Kinini unutmayan kimse evinde oturup siyasetle meşgul olmamalıdır.
Siyaset tartışma ve kavga yeri değildir. Muhalefette doğruları tebliğ, iktidar ise bunları yaparak hizmet etme yeridir. Hatalar eleştiri ile değil aydınlatma ile giderilir. İnançtan yoksun kimselerle tartışılmamalıdır. Sağduyu sahibi hiç kimse televizyonlarda panellerde ve radyolarda inançsızlarla tartışmaya kalkışmamalıdır.Ülke için yapmak istediklerinizi halkın ve bütün siyasi partilerin açık açık anlayacağı şekilde takdim ediniz. Herkes aynı şeyi, aynı şekilde anlasın.Unutmayın ki hizmet sizinle bitmeyip devam edecektir. (Özal,2009:32-33-34).
Onunla istişare ederek Erzurum’dan MSP milletvekili adayı olan İçişleri bakanlarından Korkut Özal, bu anlamdaki bir hatırasını şöyle anlatıyor: (…..) Artık durum açıklığa kavuşmuştu, adaylığı kabul edecektik. Ama hızımı alamadım. 3. soruyu da sordum: Efendim arkadaşlar benim politikayı sevmediğimi, dolayısıyla diğerleri gibi başkalarını çekiştirerek yapılan politikayı beceremeyeceğimi söylüyorlar.
Bunun cevabı da hemen geldi: Siz Hakkı tebliğ edersiniz..
Diğer soruları sormadım. Kendisinden müsaade isteyip ayrılırken iki hususu da altını çizerek tavsiye etti: Ülfet edin ve edilin. Bir de birleştirici ve toplayıcı olun.
Aynı gün genel koordinatörlüğünü yaptığım Holding'in sahibine durumu anlattım. Olanları ve durumumu büyük bir olgunlukla karşıladı. Ertesi günü arabayla Ankara üzerinden Erzurum'a intikal ettik.Seçim çalışmalarını bize söylenen perspektiflerde yoğun bir şekilde yerine getirdik.Seçimin neticesi Hoca Efendi'nin söyledikleri gibi çıktı. Erzurum'un birinci partisi olduk ve %30 rey ile 3 milletvekili ve bir senatör çıkardık. Allah gönülleri gerçekten değiştirmişti. (Özal,2009:46-47-48).
Gazeteci Ergun Göze, olayın diğer boyutundan şöyle bahsediyor: Politikadan ictinap ederdi. Zaten onun hedefi bu dünya değildi. Bütün zorlamalara rağmen de politikadan daima uzak kaldı.Bir ziyafette idik. O karışmasa bile, politika onun etrafına yamanmak istiyordu. Bu sebeple i'tikâfın bulunmaz lezzetteki yemeği yerine, büyük bir ziyafet olmuştu bu sefer... Hayretle etrafıma baktım, bir an gözlerimiz karşılaştı. Ufukları dolaşan gözleriyle bana baktı ve içimden geçenleri okumuş gibi ve teselli makamında: - İnşallah biz dünya adamı değiliz! dedi.
Evet, o bu dünyanın insanı değil, mâverânın adamı idi.” (Göze,1990).
Bir dönemin Adalet Bakanlığı Müşavirlerinden Av.Orhan Töz, Ankaradaki politik kirlilikten ve ilkesizliklerden bir hayli rahatsız olunca Bursa’daki evinde Mehmet Zahid Kotku’yu ziyaret eder. Av.Orhan Töz, bu ziyaretten şöyle bahsediyor: Kadro kurmada yaşanan zaaflar öyle canımı sıkıyordu ki bir gün dayanamadım, atladım gittim Bursa'ya. Mehmet Zahid Kotku Efendi Bursa'daydı. Evine gittim, bahçede çiçeklerle meşgul oluyordu. Ona endişelerimi hüsranımı dile getirdim. Tebessüm ederek dinledi beni. O da muzdaripti. Ama söz dinlemeyen olursa elden ne gelir ki… (Töz,2015:72-73).
Mehmet Zahid Kotku Hocaefendi, yönetciliği ve amirliği başkalarına hükmedilen bir makam değil,başkalarının hizmetlerine koşulan bir yer olarak görüyordu.Nitekim bunu sevenlerine bizzat göstermişti.
Gazeteci Üftade Oğuz, bu anlamdaki manidar bir hatırayı şöyle anlatıyor: Yolculuk sırasında sünneti seniyye gereği bir kişinin emir seçilmesi gündeme geldi. Herkes “Hocamız varken başkası nasıl emir olur?” gibi bir anlayışa emirliği kabul etmiyordu. Neticede “Peki öyleyse, bundan sonra mesuliyet kabul etmem. Emir benim” buyurdu ve yol emiri oldu. Hakikaten Mehmed Zâhid Kotku Hocamız emir olduktan sonra, mola verildiği zaman sofrayı hazırlama, yemekleri hazırlama gibi bir takım telaşların içinde koşturunca, herkes mahcubiyet ve eziklik içerisinde ne yapacağını bilemez duruma geldi. Bir müddet sonra “Hocam ne olur bırakın, biz çok zor durumda kaldık” diye söylenmeler başlayınca, “Siz yol emirini ne zannediyorsunuz? Emirlik bir makam mı, yoksa hizmet yeri mi?” buyurdu. Bunun üzerine içerimizden biri yol emiri oldu ve o sıkıntı giderilmiş oldu.” (Oğuz,2013:139)
HALK İÇİNDE HAKK'LA BERABERDİ. TOPLUMUN MESELELERİYLE YAKINDAN İLGİLİYDİ
Mehmet Zahid Kotku, sadece siyasi konularda değil, şahitlerin ifadesine göre mahalledeki Rum bakkalın hukukunu bile gözetecek kadar toplumun meselelerini yakından takip ediyordu.
İktibas Dergisinin yöneticilerinden yazar Süleyman Arslantaş, bu anlamdaki bir hatırasını şöyle anlatıyor: Nakşilerin bazı damarlarında farklı boyutlar vardır. Mesela Mehmet Zahid Kotku (Allah rahmet eylesin rahmetle analım) ve Onun damadı Esad Coşan Hoca.. Bunlar direkt olarak herhangi bir partiye angaje olmamayı yeğlediler.
M.Zahid Kotku'nun Erbakan Hocayı siyasete yönlendiriyor olması noktasındaki iddiayı biraz araştırmamız gerekiyor.Mehmet Zahid Kotku bir şekilde Erbakan'ın ve arkadaşlarının siyasette seslerini duyurması noktasında icazet vermişti. Mehmet Zahid Kotku’nun vermesine mecbur bırakmışlardır. Olaya böyle bakınız. Çünkü ilerleyen zaman dilimler içerisinde Mehmet Zahid Kotku mesafe koymuştur.
Biz Ercüment Bey ile beraber İstanbul Üsküdar'da bir evde sohbet ediyoruz. Oraya bir senatör geldi ve “Mehmet Zahid Kotku Hoca Efendiyi ziyaretten geliyorum” dedi. Hemen sorduk. “Ne dedi, ne yapıyor?”
Senatör dedi ki “Hocaefendi biraz sitemkardı. Fakat son cümlesini sizinle paylaşayım: Şehirlerimizde yavaş yavaş marketler türemeye başladı. Bunlar mahallemizdeki bakkalın hukukunu zedelemesin. Mahallenizdeki Rum bakkalın bile bir hukuku var.Sakın ha, onu zedelemeyin!” dedi.
Şimdi bakınız arkadaşlar. Eğri oturup doğru konuşalım. Mahalledeki bir Rum bakkalın bile hukukunu düşünen bir anlayış var. Bu anlayışın diğer tarikat ve benzeri anlayışlardan biraz farklı bir anlayış olduğunu düşünüyorum. (Arslantaş,2013:172-173).
Bir dönemin efsane doktoru Ayşe Hümeyra Ökten Mehmet Zahid Kotku’nun şefkat halesinin tesirindeki şahıslardan biriydi.Kotku Hocaefendi, İmam hatip okularının kurucusu Celaleddin Ökten hocanın kızı olan Dr.Ayşe Hümeyra Ökten’e İskenderpaşa Caminin yanında bulunan cami derneğinde gariban hastalar için bir muayenehane açmasını teklif etmişti. “Hoca Efendi bana "Gel, burada hasta muayene et" demişti.(Ökten,2021:168-169)
Gazeteci Ergun Göze, Mehmet Zahid Kotku’nun toplumun her kesimiyle nasıl birlikte olduğundan şöyle bahsediyor: Onu bir cenaze namazını kıldırırken hatırlarım. Beşiktaş Camii'nin musallâsında yatan rahmetli Abdülhay Efendi'ydi. Yüzü o kadar haşyetle dolu idi ki, sanırdınız musallâda yatan odur.Dr. Rahmi Eray'ın cenaze namazını da Göztepe Camii'nde kıldıran o olmuştu.
Etrafında seçkin bir gençlik kütlesi çevreleniyordu. Hiç unutmam, bu kütle 27 Mayıs'tan sonra Ali Fuat Başgil Hoca'yı topluca ziyaret etmişti de, hoca bu kadar genç ve okumuş müslümanı bir arada görmekten adeta gaşyolmuştu.
Mucize, keramet gibi şeylerden daha çok, onca mühim olan nefse hakimiyyet, Allaha kulluk etmekti. Esasen mucize peygamberlere mahsus idi. İslâm ahlâkı en büylük mucize idi. İnsanî muaşerette zarafet de İslâm ahlâkının temeli idi. Ve Hocaefendi bunun en güzel örneğini verirdi. Kimseye çıkıştığını görmedik.
Ziyarete gittiği evlere hediye olarak çay ve şeker götürürdü. Ne kadar içten ve mütevazı bir mânâ alırdı ve sonra büyürdü bu mânâ...
Bazı dualarının aynen çıktığını bilirim.. Ağzı dualıydı. Amma hedefi insanları Allah yoluna, Peygamber sünnetine çekmek suretiyle, dünyayı bir köprü olarak kullanmaktı. (Göze,1990).
TÜRK SİYASET VE DEVLET HAYATINA TESİR EDEN KADROLARIN HOCASIYDI
Gazeteci Üftade Oğuz, bir dönem MSP Milletvekilliği yapan babası Av. Ali Oğuz’u anlattığı kitabında onun hayatına tesir eden muhitten de şöyle bahsediyor: O dönem gerçekten hakkını veren bir dervişler topluluğu olan İskenderpaşa Cemaati’nin âlim şahsiyeti Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri’nin, insanları bir mıknatıs gibi çeken mânevî havasında buluşmalarına borçludurlar.
2 Cumhurbaşkanı, 4 Başbakan çıkaran, birçok Bakan ve Milletvekili, hatırı sayılır miktarda gerçek siyasetçiler, ilim adamları, işadamları, bilim adamları ile Türkiye ve dünya siyasetine yön veren insanların yetişmesine vesile olmuş İskendarpaşa Cemaati’nin bugün etkinliği azalsa da geçmiş dönemlerin hatırına her zaman saygı duyulur ve mânevî havası yine kendisi hissettirir. Bu kıymetli dönemin insanları ölene kadar bu dervişliklerinin hakkını vermişlerdi. (Oğuz,2013:196-197)
Prof.Dr. Nazif Gürdoğan da bu anlamda Mehmet Zahid Kotku’dan şöyle bahsediyor: Çevresinde geniş bir çekim alanı oluşturan, Nakşilik yolunun öncülerinden Mehmet Zahid Kotku, kapısı herkese açık, yorulmabilmez çalışmalarıyla, yirminci yüzyılda İstanbul’un “Görünmeyen Üniversitesi” olmuştur. O günlük hayat içinde, dış çizgileriyle sıradan insanlar gibi yaşamış, herkesin karşılaştığı sorunlarla karşılaşmış, ancak tutumlarıyla ve davranışlarıyla, büyük gönül zenginliği sergilemiştir. Kotku’nun çevresinde, Erbakan’dan Özal’a kadar halkalanan Teknik Üniversiteli mühendisler, ekonomik, siyasal ve kültürel alanlarda, önemli sorumluluklar alarak, Türkiye’yi tarım ülkesinden, sanayi ülkesine dönüştürmüşlerdir (Gürdoğan,2019:31).
Gürdoğan,bu nitelikli kadroların Türkiye’nin milli ve manevi kalkınmasına nasıl katkı sağladığını şöyle anlatyor: Gümüşhaneli Dergâhı’nda önceden gelenler ve sonradan gelenler, insanları iklimden alıp, başka bir iklime taşıyan dualarını, öğretenlerin ve öğrenenlerin üzerinden hiç eksik etmemişlerdir. Onların Dergâh kültürünün zenginlikleriyle donattıkları kuşaklar, Türkiye’nin ekonomik, siyasal ve kültürel yapısındaki yenilenmelerin öncülüğünü yapmışlardır.
(……) Korkut Özal’dan Osman Çataklı’ya, Mustafa Köseoğlu’ndan Nevzat Kor’a, Mehmet Palamutoğlu’ndan Mehmet Bilge’ye kadar, Gümüşhaneli Dergâhının çevresinde halkalanan Teknik Üniversiteli kuşaklar, kurdukları ve yönettikleri kuruluşlarla, Anadolu’ya ayağa kaldırmışlardır.
(……) Kotku’nun çevresindeki sevgi halkası ömrünün son yıllarını geçirdiği İskenderpaşa Camisinde dalga dalga büyümeye devam etmiştir. O, çevresinde arkadaşlıkların kardeşliğe dönüştüğü, yardımlaşmanın doruk noktasına ulaştığı, sevgi ve saygı bağlarının sürekli olarak güçlendirildiği, dostluğun en güzel örneklerinin verildiği, bir çekim alanını oluşturmuştur. Onun yolundan giden Esad Coşan ve ardından gelenlerle, İstanbul’un Görümeyen Üniversitesinin geleneği, Avustralya’dan Amerika’ya kadar, bütün dünyaya taşınmıştır. İskenderpaşa halkası, değişik alanlardaki çalışmaların, daha da genişleterek başarıyla sürdürmektedir. (Gürdoğan,2019:33-34).
(……) Kotku’nun İskenderpaşa’da oluşturduğu, herkese açık sürekli eğitim merkezinde, binlerce düşünce ve eylem insanı, sessizce halkalanmıştır. Onlar zengin çok boyutlu birikimleriyle, Türkiye’yi her alanda dönüştürmüşlerdir. (Gürdoğan,2019:46).
İngiliz Araştırmacı Hugh Poulton, Mehmet Zahid Kotku’nun bu tesirinden şöyle bahsediyor: 1960'larda sağın parçalandığına ve birçok yeni partinin oluştuğuna tanık olundu. Necmettin Erbakan'ın 26 Ocak 1970'de kurduğu Milli Nizam Partisi önemli idi. Makine mühendisliği alanında profesör olan Necmettin Erbakan, Süleyman Demirel'in İstanbul Teknik Üniversitesi'nden sınıf arkadaşıydı ve 24 Mayıs 1969'da Ticaret ve Sanayi Odaları Birliği Başkanı oldu. Erbakan aynı zamanda Nakşibendi tarikatının önderi, Halidi Şeyhi Mehmet Zahid Kotku'nun bir müridi idi. Böylece Erbakan, siyasal İslam'ın 'teknokrat' yüzünü temsil etti. Bu anlayış, büyük iş dünyasının modern sanayi ortamında ona bir yer açtı. (Poulton,1999:215).
13 KASIM 1980 GÜNÜ VEFAT ETMİŞTİ
Mehmet Zahid Efendi son haccından dönüşünden sonra vefat etmişti. Onu tanıyan şahitleri Mehmet Zahid Efendi'nin tarihe geçmiş vefat gününü şöyle anlatıyor:
Yayıncı Hasan Bayraktar, o tarihi günden şöyle bahsediyor: Mehmed Zahid Kotku,14 Kasım 1980 Cuma günü İstanbul Süleymaniye Camii'nde kılınan Cenaze namazından sonra Kanuni Sultan Süleyman Türbesi arkasında hocaları ve üstadlarının yanındaki istirahatgahına defnedildi. O gün Süleymaniye, Fatih, Beyazıt ve çevrelerinde trafik durmuştu. Süleymaniyenin içi ve avlusu tamamen dolmuş, cemaat sokaklara taşarak ta Şehzadebaşı’na kadar uzanmıştı. Cenazeye dünyanın dört bir yanından gelenler olmuştu. Vefatı İslam aleminde büyük üzüntüye yol açmış, başta Kabe'de Kuveytte ve daha başka şehirlerde cenaze namazları kılınmış, dualar edilmişti.
Bu yaşanan sonları ve son yolculukları ibret alınması için kaleme aldım. İnönü ile Sunay iki Cumhurbaşkanı davul zurnalı ve cemaatsiz defnedilirken, Cumhurbaşkanı Turgut Özal Başbakan Erbakan ve Cami imamı Mehmet Zahid Kotku'nun son yolculuklarını çok iyi tahlil etmek lazım (Bayraktar,2020:324).
Bir dönemin önemli bürokratlarından ve milletvekili Kahraman Emmioğlu de o günleri şöyle anlatıyor:1979 yazında uzun zaman kalmak üzere gittiği Hicaz’dan, ağır hasta olarak 1980 Şubatında dönmek zorunda kalmıştı. 7 Mart 1980’de ameliyata girmiş, ameliyattan sonra tedricen düzelmiş hatta 1980 Ramazanında hiç aksatmadan orucunu tutmuş, hatimle teravihlerini kılmış, vaaz etmiş, hac mevsimi gelince de Hicaz’a gitmişti. Ne yazık ki ameliyata sebep olan rahatsızlığı nüksetmiş ve ağrılar tekrar başlamıştı. Haccı güçlükle ifadan sonra, 6 Kasım 1980’de çok ağır hasta olarak İstanbul’a dönmüş. Tam bir hafta sonra 13 Kasım 1980’de (5 Muharrem 1401), Perşembe günü öğleye yakın, dualar, Yasinler, teşbih ve gözyaşları ile uyur gibi bir hâlde iken ahirete irtihâl eylemişti.
Cenaze namazı 14 Kasım 1980 Cuma günü İstanbul Süleymaniye Camii’nde muhteşem, mahzun, vakur ve edepli bir mü’min topluluk tarafından kılınarak; mübarek vücudu, Kanuni Sultan Süleyman Türbesi arkasında, kendisinden feyz aldığı hocaları ve üstadlarının yanındaki istirahatgâhına defnolunmuştur. Âlimin ölümü âlemin ölümüdür. Vefatı İslam Âlemi’nde de büyük üzüntüye yol açmış, Suudi Arabistan’da, Kâbe’de, Kuveyt’te ve daha başka şehirlerde gıyabında cenaze namazı kılınıp, dualar edilmiş, ajanslar bu elim vefat haberini yayımlamışlardı.. (Emmioğlu,2013:249)
Prof.Dr. Nazif Gürdoğan o günden şöyle bahsediyor: Kotku’nun namazı 1980 yılının Kasım ayının ikinci cumasında, Anadolu’dan ve bütün ülkelerden gelen, “Selam sana doğduğun günde, selam sana öldüğün günde” diyen, sevenleri ve sevilenleri tarafından kılınmıştır. Kanuni’nin türbesinin yanında, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhaneli Dergâhının, öncüleri arasında toprağa verilmiştir. İnsanların doğumları gibi, ölümleri de ellerinde değildir. Öldükleri günde ölümü öldüren gönül dünyasının zirveleri, Necip Fazıl’ın dizelerinde vurguladığı gibi: “Ötenin ötesinde sonsuz hayat sürenlerin” arasına katılırlar. Onlar dostları tarafından ölümsüzlük dünyasına, “Doğduğun günde güzeldin, öldüğün günde güzelsin, tekrar dirileceğin günde güzel olacaksın” diye uğurladılar (Gürdoğan,2019:35).
Vefat ederek bedenen aramızdan ayrılsalar da büyük zatların rüyalarla sevenlerinin her zaman gündeminde yer aldığı bilinen bir vakadır.
Gazeteci Recep Koçak, bu anlamdaki bir hatırasını şöyle anlatıyor: (….) 16 Nisan 2017 tarihindeki anayasa değişikliği referandumuna sayılı günler kalmışken yolumuz Samsun'a düştü.
Ziyaret ettiğimiz muhatabımıza “Merhum Mehmed Zahid Kotku Hocaefendi'yi rüyanızda görüyor musunuz?" diye sordum.
"Evet. En son 15 Temmuz 2016 da darbe gecesi gördüm" dedi.
"Hayrolsun. Nasıl bir rüya idi?" dedim.
Şöyle anlattı: "Benim evde televizyon yok. Yatsıdan sonra erkenden yattım. Rüyamda Hocaefendi'yi kollarını sıvamış, abdest hazırlığı yaparken gördüm. Bana doğru geliyor, bir yandan da Arapça bir şeyler söylüyordu. Ben söylenenlerin çoğunu anlamıyordum. Anladığım kısmında “Çok dua edin” diyordu. Biraz sonra Hocaefendi bir arabaya bindi ve uzaklaştı. Arabayı Hocaefendi kullanıyordu. Ben arkadan bakarken içimden, “Türkiye'nin direksiyonu Hocaefendi'nin elinde” diye geçirmiştim."
Sonra birden sala sesiyle uyandım. Saatler 02.30 civarıydı. O saatte sala sesine bir anlam veremedim. Sabah namazına camiye gidince darbe girişiminden haberdar oldum."(Koçak, 2022: 142)
Mehmet Zahid Kotku Hocaefendiden sonra irşad görevini devralan Prof.Dr Mahmud Esad Coşan Hoacefendi, Onun dünyaya ve olaylara bakışına şu cümlelerle vurgu yapıyor: Bütün hataların başı, kaynağı dünya sevgisidir. Dünyadaki mevki, makam, para, pul, şöhret peşinde koşulan şeyler herkesin elde etmek için uğraştığı şeyler…
İnsan onları gaye edindi mi ona çok yanlış işler yaptırıyor. Onun için de bunu da bir tehlike olarak karşımıza koymuşlar. Bu da bir düşman ne yapacağız? Doğrudan doğruya kötü değil ama insanı kötülüğe çekebilir, dikkat edilmesi lazım.
Onun için hocamızın çokça söylediği bir mısra daima aklımda durur. İsterseniz siz de Mehmet Zahid Kotku kocamızdan hatıra olarak bir mısra da olsa defterinize yazın: “Fani dünya hoştur amma/ Akıbet mevt olmazsa” derdi hocamız başınız sallayarak. İnsan ölecek bir de öldükten sonra muhakeme olacak. Mahkemeyi Kübra var. Sorgu sual olacak. Soracaklar niye böyle yaptın diye (Coşan,2017:136-137).
İnsanlık ancak İslam'da tamam olur. Gerçek kurtuluş ve ebedi mutluluk İslam’dadır.İslam muazzam bir inkılaptır. Yeryüzünde küfrün, şirkin, şeytana puta nefse maddeye menfaate zevke tapmanın belini kırmış batılın ve tağutların köklerini koparmış atmıştır.İnsanlığın şifa reçetesi ancak İslam’dır.İslam'ın gayesi, iyiliği hakim kılmak, kötülüğü ortadan kaldırmaktır (Coşan,2017:169-172).
Kralların,sultanların isimlerinin bir süre sonra hatırlanamadığı yeryüzü yolcuğunda, gönül sultanları olan Yunus Emrelerin, Mevlanaların,Hacı Bektaşı Velilerin, Mehmed Zahid Efendilerin isimlerinin hiç unutulmaması, hep diri kalması ibretlik bir mesaj değil mi?
KAYNAKLAR
Arslantaş Süleyman,(2013), Ankara’da 45 Yıl,İstanbul:Beyan Yay
Ateş İbrahim,(2019) https://yoyav.org.tr
Bayraktar Hasan, (2020) Bir Ömrün Tanıklığı,İstanbul:Şelale Yayınları
Coşan Mahmud Es’ad,(2011), İslam, İstanbul: Server Yay
Çığman Ahmet Akın,(2021), https://insicam.net/2021
Emmioğlu Kahraman,(2013),Bir Ömür, Ankara: Elips Kitap,
Erbakan Necmettin,(2014),Davam,Ankara, MGV Yayınları,
Gürdoğan Ersin Nazif,(2019), Görünmeyen Üniversite, İstanbul:İz Yay.
Göze Ergun,(1990), Türkiye Gazetesi,16.11.1990
Kara Mustafa,(2015), Din,Hayat ve Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler, İstanbul:Dergah Yay
Karaçam Ferman,(2021), İnsicam Dergisi,Kasım,Sayı:9,S,43
Karaçam İsmail, (2009),Hatıralar, İstanbul:Çamlıca Yayınevi
Koçak Recep,(2022), Sahibini Bekleyen Mektup, İstanbul: Akıl Fikir Yay.
Kotku Mehmet Zahid, Tasavvufi Ahlak, Cilt 2,5. baskı, İstanbul: Seha Neşriyat
Oğuz Üftâde,(2013), Modernizm & Tasavvuf,İstanbul:Gonca Yayınevi.
Ökten,Meriç, (2021),Dindar Bir Doktor Hanım/Ayşe Hümeyra Ökten,İstanbul: Timaş
Özal Korkut, (2009), İslam ve Tasavvuf Üzerine Bir Derleme,İstanbul: Aköz Vakfı Yay,
Özek Ali-Yıldırım Ramazan,(2012), Ali Özek’in Hatıraları, İstanbul: Düşün Yayıncılık
Poulton Hugh,(1999),Silindir Şapka-Bozkurt ve Hilâl,İstanbul:Sarmal Yayınevi
Töz Orhan,(2015), İlk İsyanım, Hatıralar,İstanbul:Milsan Yay